Bir çoban olarak basit bir yaşam süren Davut’un kaderi, bir gün Tanrı’nın elçisi Peygamber Samuel tarafından belirlenir ve onu İsrail’in gelecekteki kralı olarak seçer. Bu büyük unvan, Davut’a hem sevinç hem de sorumluluk getirir. Mevcut kral Saul, Davut’un yükselişini tehdit olarak görüp, kıskançlık ve paranoya içinde savrulurken, Davut da taht mücadelesinin karmaşasıyla baş etmeye çalışır. İlişkilerde ortaya çıkan ihanet ve sadakat sorgulamaları, onu derin bir içsel yolculuğa çıkarır. Halkına ve Tanrı’ya karşı olan yükümlülüklerini dengelerken, içsel korkularıyla yüzleşmek zorundadır. Tahtı elde etmek, aslında sadece düşmanları yenmekle değil, aynı zamanda saraydaki güç oyunlarını anlamak ve kendi içsel çatışmalarını aşmakla mümkündür. Unutulmamalıdır ki, bir hükümdarın yükselişi, diğerinin düşüşüyle el ele gider.